Kırıkkale Masaj Salonu Hizmeti Ebru
Kırıkkale Masaj Salonu
“Evet Domuzcuk?”
“Bir şey daha var. İşte bu.”
Küçükler, Percival’ı ileriye doğru itip bıraktılar. Percival
ortada, dizlerine kadar yükselen otların içinde durdu,
görülmeyen ayaklarına baktı. Kendini bir çadırın içerisindesanmak istedi. Ralph, tıpkı bu şekilde duran başka bir ufak
oğlanı anımsadı; bu düşünceden kaçmak istedi. O ufak
oğlanı aklından itmiş, çıkarmıştı. Sadece onu anımsatan bu şekilde
belirli bir vaziyet olursa, aklına geliyordu o oğlan. Küçükler
bir daha sayılmamıştı. Bunun bir sebebi, hepsini saymanın
yolu olmayışıydı. Başka bir sebebi de, Ralph’ın,
Domuzcuk’un dağın doruğunda sordurulmuş olduğu sorulardan en
azından bir tanesinin cevapını bilmesiydi. Sarışın, esmer, çilli
minik çocuklar vardı. Hepsi kirliydi. Fakat ne acıdır ki,
yüzlerinde göze batan bir kir yoktu aslabirinin. Karadut
lekesini hiç kimse tekrar görmemişti. Domuzcuk, ne
olduğunu öğrenmek için küçükleri kandırmak istemiş, hatta
onları hırpalamıştı. Sözü edilmemesi ihtiyaç duyulan vakaı
unutamadığını bir şey söylemeden kabul eden Ralph,
Domuzcuk’a başını salladı:
“Hadi, sor ona.”
Domuzcuk, elinde denizkabuğu, çocuğun yanında diz
çöktü:
“So şekilde bakalım, adın ne senin?”
minik oğlan kıvranıverip, hayalindeki çadıra girdi. Çaresiz
kalan Domuzcuk, Ralph’a döndü. Ralph, sert sert sordu:
“Adın ne senin?”
Kırıkkale Masaj Salonu
Toplantıdakiler, çocuğun sessizliğinden, konuşmaya
yanaşmamasının sıkıntısı içinde, hep bir ağızdan şarkı
söylercesine bağlarırışmaya başladılar:
“Adın ne senin? Adın ne senin?”
“Susun!”
Ralph, alacakaranlıkta gözlerini kısarak, çocuğa baktı:
“Hadi, söyle bizlere. Adın ne?”
“Percival Wemys Madison, Rahibin evi, Harcourt St.
Anthony, Hants, telefon numarası, telefon numarası, tele…”
Bu informasyon, ta derinlerden, acının kaynaklarından geldiği için,
küçük çocuk ağladı. Yüzü buruştu; gözlerinden yaşlar
fışkırdı; ağzı, karanlık dört köşe bir delik benzer biçimde açıldı. Sessiz
bir keder heykeliydi ilkin; fakat sonra, denizkabuğunun
gürültüsünü andıran devamlı bir ağıt yükseldi.
“Sus! Sus!”
Percival Wemys Madison susmuyordu. Bir kaynak akmaya
başlamıştı. Artık sertlik, hatta dayak tehdidi bile
durduramazdı bunu. Ufak oğlan, nefes soluğa ağlıyordu.
Onu acıya çivileyip dimdik ayakta tutan da bu ağlamaydı
sanki.
“Sus! Sus!”